—Birçok şair, eleştirmen ve kuramcı bir sanatçı olarak şairin çağının tanığı olması gerektiğini savunuyor. Yüzeysel ve ezbere bir yaşantı içerisinde olduğumuzu düşünürsek ve bunu savunan kişiler edebiyat dünyasında kanon haline gelmiş kişilerse onların söyledikleri de üzerinde düşünülmeden kabul ediliyor. Ama bir keşif yoluna çıkalım seninle: Bir şair neden çağının tanığı olmalıdır?

—Keşif ha! Çıkalım bakalım. Şair, çağının tanığı olmalıdır çünkü onun varlığı gereği topluma bir sorumluluğu vardır. Sanat insanı insana anlatmalı, bunu da sanatçı olarak şair yapmalıdır.

—Peki, sanatçının topluma karşı sorumluluğunun olduğu yargısının kaynağı nedir? Bu yargıyı kim ortaya attı da biz bunu kurallaştırdık hatta kutsallaştırdık? Sanatçının doğasında kuralları aşmak yok mudur, bu varken neden düşünmeden bir yargının esareti altına girdik, bir şair çağını yansıtan bir şiir yazmadığında sanatçı olmuyor mu?

—Bir şiir toplumu yansıtmasa da dünya üzerinde bir kişinin bile olsa hayatını etkileyebilir. Sıradan bir şiir bile sıradan bir okur için değer görebilir, sanatçı sanatıyla insanın hayatına dokunduğuna göre çağını yansıtmasa da sanatçı olarak düşünülebilir.

—Öyleyse şairin çağını yansıtması onun sanatçılığının ölçütü değildir.

—Değildir.

—Öyleyse şairin çağını yansıtmasının önemi nedir?

—Şimdi konu aynı olsa da gideceğimiz yönler değişti.

—Nasıl bir değişiklik bu?

—İlk soruda bir zorunluluğun kaynağı sorgulanırken, bu soruda bir konunun özellikleri merak ediliyor.

—Artık soruma gelebilirsek!...

-Ben zaten oradayım. Şöyle başlayalım: Bir şairin çağının tanığı olması onun gözlem gücünün vardığı noktayı gösterir. Şair, toplumun ve çağın sorunlarını gözlemleyerek belli duygulanımlar yaşar ve bu duygularını imgesel bir dille estetik boyuta taşır. Böylelikle şair herkesin gördüğünden biricik olanı ortaya çıkarır.

—Hım…

—Acele etme daha bitmedi! Düşünmek bizi nasıl da bir anda değiştirdi.

—Yine konuyu uzatıyorsun, söyle artık!

—Sen bu sabırla nasıl şiir yazıyorsun anlamıyorum. Neyse devam edelim. Şairin çağının tanığı olması belli bir geleneğin sürdürücüsü olduğu anlamına gelmez. Şairin çağının tanığı olması bir zorunluluğun kaynağı değil bir nedenin sonucudur. Belli bir çağda, toplumda yaşayan şair içindeki hayret duygusuyla dünyada yaşananları, insanları, koşulları, koşulların ortaya çıkardığı sonuçları, doğayı, toplumun yaşantısını, bu toplum içerisindeki birey olarak kendisini gözlemlemektedir. Bu hayret duygusu filozoflarda, çocuklarda ve sanatçılarda bulunur. Filozof ve sanatçıyla çocuğun farkı ise çocuk herhangi bir unsuru ilk defa gördüğü için şaşkınlık içerisinde kalır; filozof ve sanatçı ise söz konusu unsuru defalarca görmesine rağmen ona hayretle bakar. Bir sanatçı olarak şair çağının, toplumun ve bireyin etrafında yaptığı gözlemlerin ardından anlatma ihtiyacı hisseder. İnsanın doğasında bulunan bu anlatma ihtiyacı sanatçının de estetik üretimde bulunmasıyla sonuçlanır. İlk insanların mağara duvarlarına resimler yapması, yiyecek ve içecek için kullandığı malzemeleri renklendirmesi, hepsinden önce birbiriyle iletişim kurma isteği içerisinde olması onun anlatma ihtiyacının bir dışavurumu değil midir?

—Bu açıdan düşünülünce öyledir.

-İşte bir sanatçı olarak şair de gözlemlediği şeylerin etkisi altında kalarak bunu anlatma ihtiyacı hisseder. Şiirin ne’liğini benimsemiş, duygu dökümü ile şiir arasındaki farkı özümsemiş sanatçı bu anlatma ihtiyacını özgün bir dille anlatma yoluna gitmektedir. Aslında sadece şairler üzerinde durulması düşünce alanımızı bir bakıma sınırlıyor. Tüm edebiyatçılar gözlemledikleri unsurları anlatma ihtiyacı hissetmektedir. Mesela Sait Faik’in Haritada Bir Nokta kitabından alınan şu ifadelere bakalım:

“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”

—Başka bir deyişle anlatmasa deli olacakmış yani?

—Aferin, bak sabırlı olunca nasıl da hemen konuyu kavrıyorsun.

—Yine başlama!..

—Sen de hemen sinirleniyorsun. Neyse konumuza dönelim. Sait Faik, Haritada Bir Nokta öyküsünde haritada bir nokta belirleyerek bir gün orada yaşayacağını ve hırstan uzakta, masum insanlarla birlikte yaşantı süreceğini düşünür ama hayal-gerçek çatışması yaşar. İnsanların o kadar masum olmadığını gören ve gözlemledikleri karşısında anlatma ihtiyacı hisseden sanatçı dayanamaz ve kalemini cebindeki çakıyla yontup öper ve yazma isteğiyle dolar ve yazmasa deli olacağını ifade eder.

—Yazmasa deli olacak…

—Aynen öyle, bu duruma varoluşsal açıdan da yaklaşabiliriz. Şimdi Descartes’tan ilerleyelim. Ona göre insan her şeyden şüphe etmelidir. Descartes da bu şüphecilikle insanın duyularının da yanıltıcı olduğu kanısına varır. Sence de öyle değil midir? Mesela uzaktan gördüğümüz birisini tanıdığımız birisine benzetebiliriz veya tanıdığımız birinin kullandığı parfümü başka birisi sıktığında o kişide tanıdığımız kişiyi anımsayabiliriz. Duyularımız bize her zaman gerçeği söylemez. Mesela gözlerimiz bir bardağı boş görebilir ama o bardağın içerisinde hava vardır, yani bardak aslında boş değildir ama görme duyumuz bizi yanıltır. İşte Descartes da insanın varlığının kanıtının duyuları değil aklı, düşünme yetisi olduğu üzerinde durur. İnsan düşünebilen bir varlıktır, insanın şüphe edemeyeceği tek şey düşünebilme becerisidir. O, bu nedenle “Düşünüyorum o halde varım” demiştir. İnsanı insan yapan düşünme becerisidir. Şimdi Sait Faik’in bu ifadelerine dönelim. Sait Faik’in “Yazmasam deli olacaktım” ifadesine Descartes açısından yaklaştığımızda insanın gördüklerini anlatma ihtiyacını gidermemesinin onu insanlıktan çıkaracağı sonucunu doğurmaktadır. Sait Faik, çağın o toplumda oluşturduğu koşullar içerisinde yaşayarak acı gözlemler yapmış ve bunu anlatma ihtiyacı hissetmiştir. Böylelikle çağının ve toplumun tanığı olmuştur.

—Yani sanatçının çağının tanığı olması belli koşulların yarattığı bir sonuçtur, bir kural değildir, doğru mu anladım?

—Kesinlikle… Sanatçı olarak bir şair veya yazar çağının ve toplumun yaşadıklarını gözlemleyerek bunu anlatma ihtiyacı hisseder. Bu nedenle ister istemez çağının tanığı olur.