İlk soru her halde şu olmalıdır: “Türkiye Sn. Erdoğan’la birlikte fakat bu kez daha “yeni” dolayısıyla farklı bir döneme mi girecek?”

“Yoksa seçim öncesinde kalındığı yerden zaten hancının da yolcunun da değişmediği yönetim erki ile yola devam mı edilecek?”

EĞER, “orası Türkiye sana ne diyorsanız” o zaman şöyle diyelim: “Erdoğan’ın başkanlığında yeniden göreve devam etmesi için halkın oyları ile onay almış AK Parti iktidarı tek başına yeniden hükümeti kurup yola devam edecekse, “Kıbrıs siyasi sorununda bir yeni değişiklik olacak mı” sorusu hem siyasi hem de stratejik ve sosyoekonomik yönden bir kez daha sorgulanarak gündeme gelecektir.                                                           

YOK, eğer diyorsanız ki “seçim sonrası hancı da yolcu da değişmediği için kalındığı yerden yola devam edilecektir…” Öylesi de mantık dışı olmayacak fakat bir yeni dönem daha başlayacaktır…                       

***

NE VAR Kİ 1974’den beridir kaç seçim ve sonrasında oluşturulan “yönetimler” dönemleri yaşandığı halde “Kıbrıs siyasi sorunu” ve “KKTC’nin sosyoekonomik yapısı” bugüne kadar çokluk değişmedi!                           

Kısaca sorun siyasi yönden elli yıl önce ne idiyse yine öyledir! Yani “tanınmamış” fakat TC’nin sayesinde bazı siyasi örgütler arasına sokuşturulmuş bir KKTC olgusu!..                  

TABİ    zaman zaman artık çok uzayan siyasi sorun nedeniyle durağanlığa itilen Kuzey’de   az biraz değişiklik olsun diye arada sırada rengârenk konfetiler gibi savrulan siyasi ve ekonomik bazı değişimler oldu ama hepsi de mesela “Maraş”ın açılması benzeri ayakları yere basmayan, siyasi ve sosyoekonomik tasarruflar olarak kaldı. ŞÖYLE Kİ biz çaldık biz oynadık kabilinden! Tabi son aşamada bizi Türkçe konuşan Devletler Teşkilatına fahri üye yapıp hatta toplantılarına bile katılma hakkımızı kabul ettilerse de henüz olayın “siyasi ve ekonomik bereketini” görmüş değiliz!.. 

***

FARKINDASINIZ: TC’deki seçimlerden sonra atımı nalladım seçim sonrası yeni dönemde “ne olacağız” sorusuna cevap aramaya çıktım. Ki o cevaplar mesela henüz 1974’leri yeni aşmışız Maliye Bakanı Salih Coşar ile TC arasında imzalanan “kıyı Ticareti” anlaşmasında da vardı, sonrasında “KKTC yönetimleri ile TC Hükümetleri arasında oluşturulan plan programlarda” da vardı. Üstelik beş yıllık programlarda da yer almasına kadar!

Fakat bir türlü beklenen faydalar sağlanamadı ki aradan onca yıl geçmesine karşın hâlâ TC ile “kıyı ticaretinden” söz ediyoruz!

KEZA programlı tatbikatlarını gerçekleştirmemize karşın adına “serbest piyasa ekonomisi” dediğimiz uluslararası kabullerdeki ekonomik sistemleri de denemeye kalktık ne var ki kamburun sırtındaki caket gibi kaldılar!

***

VE ANLADIK ki dünyaya açılmak hatta TC ile ticari ilişkileri geliştirmek bile KKTC’nin altından kalkamayacağı kadar çapımızı aşan büyük ve dünyasal işlerdi! 

Bugün de sancılanma devam ediyor… Bir farkla: Artık bu ismi var cismi yok Zümrüdü Anka kuşu misali ekonomi, ucuna “turizm” kulpu takılmış “kumarhaneler” sektörüne dönüşürken dolayısıyla kara para aklama gibi illegal işler de ülke ticareti yerine geçmektedir!

BUNLARA karşın ne Las Vegas olduk ne Monte Karlo! Ki Maraş’ı açtık açalı da buna benzer “ekonomik kalkınma olasılıkları” düşünülmekteydi! (Ha! Şimdi de “kıyı ticaretinin” bereketinden söz ediyoruz!)

UZUN LAFIN KISASI: Bizim gibi kapıları pencereleri deniz aşırı ülkelere açılan adaların ekonomileri de serbest olur uluslararası ilişkileri de…

Nitekim dün büyük “düşman” Güney’deki Rum ile onlar için de Kuzey’deki büyük Türk düşmanlarına karşın; bu adada çatır çatır artık neresi “serbest neresi kapalı, neresi yasal neresi illegal” belli değil; ticari ilişkiler artarak devam etmektedir…

HA SORUN NEDİR? İşte bu ticari ilişkiler sonucunda daha çok kazanan ve üstün hale gelen “tarafın” (yani Rumların) bir süre sonra, “o halde tüm ada toprakları benimdir” kompleksine kapılmış olmalarıdır! Türklere yönelik EOKA saldırıları da bu nedenle gerçekleşti, 1974 öncesi tek başlarına sahibi olacakları tüm ada egemenliği hayalini de bu nedenle besledilerdi!

***

ELBET bugün dünden çok farklıdır. Hayale yer verilemeyecek kadar!

BUNUN için de Kuzey-Güney bölgeleri gerçeği yaşarken artık Güney’e ibretle bakıp “neden biz hâlâ bu seviyeye gelemedik” diyerek kahrolmak gibi aşağılık bir duygusundan kurtulmamız gerekir…

HEMEN yazayım: Bu duyguyu kapalı Maraş’ı açmakla izale etmek de mümkün değildir…                         

Her şeyden önce üzerinde “Kıbrıs Türk vatanı” damgası vurulu Kuzey’i en az Güney kadar bayındır ve turizm kokulu bir belde yapmadan sahibi olduğumuzu iddia etmek bile abese iştigal olacaktır… Bir gün bunu da göreceğiz umudunda “hadi bakalım” diyoruz. Görelim…