Geriye dönüp baktım, kutlamalarına yönelik hatırımda kalan yıllardan bu yıllara 70 yılı aşkın bir süre geçmiş.   “Vay be” dedim kendime.. Demek o kadar yıl olmuş, kutlamış, kutsamış, anmışız ha!

   BİLİR misiniz bizim kuşak Atatürk’ün emaneti ile vasiyeti olan bu bayramları kutlayarak kutsayarak  geldi bugünlere.. Onlar bizim, Türk halkının özgürlük ve egemenlik arzularımızın bileği taşı gibiydiler: 23 Nisan Çocuk Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı 19 Mayıs “Gençlik ve Spor Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı…”   

   BİZ bu ulusal bayramlarla büyüdük. Bu bayramlarla bilendik… Vatan millet nedir? “İstiklal, hürriyet” nedir? Özgürlük, egemenlik, bunlara sahip devlet olmak nedir? Bu bayramları kutlarken öğrendik..

   Şiirlerle, söylevlerle, marşları, şarkıları, türküleri ile öğrendik..

   Mustafa Kemal Atatürk’ü bu bayramlarda tanıdık bu bayramlarda andık.. “Hürriyetin ılgıt ılgıt esen rüzgârlarında biz bu bayramlarda uçtuk, yükseldik, yüceldik…”

   HAYIR bu bayramlarımız “bayramdan” da öteydiler..                  

   Kİ daha kutlanıp kutsanmalarına bir ay önceden başlardı hazırlıklar..

   19 Mayıs gibi olanlara ise aylar önce.. Çünkü Mağusa Cirit Sahasında “Gençlik ve Spor Bayramı” oluşuna uygunluğunc ağabeylerimiz aylar öncesinden başlayan provaları ile ritmik hareketler, talimli yürüyüşler yapmaya başlarlar ve o ulusal gün geldiğinde şimdilerde de Türk Gücü Futbol Sahası olan hisarlar altındaki alanda yüzlerce Mağusalının izlediğince gösteriler yaparlardı.. Ki o gösteriler içinde neler yoktu ki?   

   “RİTMİK hareketlerden torba içinde koşturma gösterilerine..”

   “UZUN yüksek atlamalardan cirit gülle atmalara..”

   YÜZ yarda koşulardan bin beş yüz metre koşulara.. Uzun atlamalara kadar tutun ki atletizmin tüm dalları vardı…                                                                                          

***

   YIL MI? 1940’lar sonrasından söz ediyorum. 1950’lere altmışlara kadar uzanan bir zaman dilimi içine sıkışmış o yıllar gençlerinin, okulsuz öğretmensiz kendi aralarında kendi çabaları ile oluşturdukları spor gösterilerinden ritmik hareketlerden söz ediyorum..

   O faaliyetlere ruh katan “Atatürk”tü  ama. “Bismillah” ile başlanırken, cehtleri inançları ile yoğrulmuş o gençlik, faaliyetleri, ulusal günleri kutlama yollarında sarf ettikleri o büyük uğraşlarıyla kan tere batarlardı..

   ÖTE YANDAN önceleri Çarşı, sonraları Namık Kemal Meydanı dediğimiz Mağusa surlar içinin yürek gibi atan tarihi meydanı hurma, mersin dalları ile süslenir, asılabilen her yere Türk bayrakları asılır, akşam kutlamaları nedeniyle önceleri petrol, sonraları elektrik lambaları ile meydan aydınlatılır ve o muhteşem Lala Mustafa Paşa camiinden okunan akşam ezanını müteakip meydanda toplanan Mağusa Halkı ile kutlamalar başlardı..

   HEMEN her ulusal günde Türk Gücü Kulübünün hanayından “nutuklar” atılır şiirler okunurdu..

   İşte o hanaydan meydandaki halka şiir okuyanlardan bir çocuk öğrenci de bendim. Boyum yetersiz kaldığından Meydana bakan Türk Gücü binasının balkonuna konan sandalyeye çıkar, düşmeyim diye sağlı sollu beni tutan ağabeylerimin kollarında o yılların “vatan millet” kokulu milli şiirlerinden okurdum..

***

   HAYIR! Amacım kendimi anlatmak değil tabi. Tanığı olduğum, şiirlerle, sonraları hazırlıklarına katıldığım o ulusal günleri gazeteciliğe başladığım yıllarda hemen her yıldönümlerinde hep anlatıp yazdımdı. Bugün de hasbelkader sizlere de anlatmak istedim.. Çünkü bizler büyük Atatürk’ün bize armağanı olarak belleyip bildiğimiz o ulusal günlerde büyüdük, onlarla var olduk..  İstiklali, bağımsızlıkla egemenliğin ne olduklarını Mağusa’nın o tarihi meydanında öğrendik…   

   “VATAN” nedir dediğimizde cevabını vermek için o meydanda, Venedik Sarayı içindeki Namık Kemal’in zindanına başımızı çevirir  “Vatan Namık Kemal’dir, Atatürk’tür” derdik..  

   Yıllarca ağabeylerimizin koltuk altlarında büyürken bir ulusal görev gibi “bayrağı” nesilden nesile devreder gibi o ulusal günleri hep yaşadık, yaşattık…

   ŞİMDİLERDE menzile ulaşmışız.. Özgür ve egemen devlet olmuşuz ki artık Kuzey’e “vatanımız” diyoruz..

   Bu oluşum bir varoluş, bir avuç Türk’ün yarattığı kutsanacak efsanesidir.

   Kİ dünyadaki Türklük dünyası içinde  ilk kez “bağımsız egemen devlet” mertebesine ulaşmak, işte bu bir avuçluk toplum olmamıza karşın biz Kıbrıs Türk halkına nasip kısmet oldu…

   HER halde dünyada Türkiye ile özdeşleşirken “anavatan- yavru vatan” olarak kucaklaşabilen küçük, ama anlamı dünyalar kadar büyük “Kıbrıs Türk toplumu oldu.. Nasip kısmet bizimdi demek..

***

   VE MADALYONU ÇEVİRİYORUM: Çünkü eğer “devlet” olmuşsak artık sorgulayan değil “nicesin ne kadarsın” diye sorgulanırız!

   Bu dünya yuvarlığında “yeriniz nedir” sorusuna verecek cevabınız yoksa adınız “padişah” olsa ne yazar! Eğer “özgürlük ve egemenlik” dediğiniz ellerinizi ayaklarınızı bağlayan kelepçelerse çekiverin kuyruğunu gitsin…                                                                                                       

***

   YİNE DE bugün “19 Mayıs Ulusal Egemenlik ve Gençlik Bayramımızdır..” Büyük Atatürk’ün bize armağanıdır.. Şöyle ki “ey Türk gençliği” diye başladığı nutkunda “Türk İstiklal ve Cumhuriyetine sahip çıkılmasını, bu görevin, vatanı korumanın Türk gençliğine ait olduğunu” söylemiştir..

   KIBRIS’ta hâlâ sağlanamayan siyasi çözüm nedeniyle ne arzu ettiğimiz “özgürlük ve bağımsızlığın” sahibiyiz… Dolayısıyla ne de Kuzey’i bir dünya devleti yapabilmenin güç ve başarısını gösterecek siyasi konumdayız..

   Türkiye’nin himmet ve korumacılığı oranında “varlığımızı” sürdürüyoruz ki tutun   ki bu kırık çıkık devlet iddiamız da laf ola beri geledir!  Gene de 19 Mayıs Gençlik bayramımız kutlu olsun… (Pazartesi buluşmak üzere)