Ağlamak tavaftır, ibadettir… Akıtılan gözyaşları Allah’ın insana bahşettiği en büyük ulviyettir. Ki kaç gündür ağlıyoruz. Çaresiz ve biçare! Elimiz kolumuz bağlanmış. Saatlerce televizyon ekranları ön...

Ağlamak tavaftır, ibadettir… Akıtılan gözyaşları Allah’ın insana bahşettiği en büyük ulviyettir. Ki kaç gündür ağlıyoruz. Çaresiz ve biçare! Elimiz kolumuz bağlanmış. Saatlerce televizyon ekranları önüne çakılı kalmaktayız da ne oluyor? Çaresizliğin yüreğimizi sızlatmasından gayrı…  Üstelik bir kere değil yüzlercesiyle… Deprem bölgesine ulaşacak, bir çapamız, bir küreğimizle toprağa, beton yığınlarına hasbelkader diyerek vuracak, kazacak kadar bile olanağımız yok… Çünkü ulaşım vasıtalarımız yok! OYSA: Bu devletin en çaresiz en fukara olduğu kuruluş yıllarında bile iki tane uçağı vardı. Vızır vızır çalışırlar, Türkiye ile KKTC arasında mekik dokurlardı. Ki o yıllarda ne ekonomimiz vardı ne bugünkü kadar lüks araba furyamız… Yıllık bütçelerimiz çocuklara verilen bayramlıklar kadardı. Ama uçağımız vardı. Ankaralara İstanbul’a, İzmir’e Londralara uçan uçaklarımız. BATIRDIK! Batırdık ki hâlâ “neden” diye sorduklarında yüzümüz kızarır, iki uçağın giderlerini onca gelirlerine karşın idare edemeyecek kadar beceriksiz oluşumuza yanarız! Neden ama? *** O CİCİM BİCİM günleri iyi anımsarım. Devlet olarak yeni yeni palazlanıyor, iki uçak sahibi olmanın lafazanlığında kasılıyorduk. Bir yandan da bitmeyen TC ziyaretleri vardı. Bakanlar, vekillerin yanı sıra biz gazeteci taifesine kadar Türkiye’ye uçaklarımızla taşınıyor vızır vızır gidip geliyorduk. Hep beleş! Hep devletten! Bir kuruş ödemeden! NİTEKİM biz gazeteciler kafileler halinde şu veya bu nedenlere sıkıştırılan programlarla TC’de gitmediğimiz il, ayak basmadığımız yöre kalmadıydı! Hep beleş! Uçak biletlerimizden ziyaret ettiğimiz yerlerdeki harcamalarımıza kadar! Kaldığımız otellerde yiyip içip carta çekmemize karşın tek kuruş ödemeden! *** ARADAN yıllar geçti. Hâlâ iki uçaklık olsun ama bizim olan havayollarımızı neden koruyamadığımızı, neden yaşatamadığımızı soruyor sorguluyoruz! VE aradan yıllar geçti. Ne diyoruz şimdilerde? “Neden mi battı havayollarımız? Bonkörlükten, savruklukla sorumsuzluklardan dolayı…” Ki sonunda iftiharımız olan havayollarımızı devreden çıkarırken söz konusu nedenler çok konuşuldu, çok yazıldı ama bir daha yeniden bir iki uçaklık bir filo oluşturmaya cesaret edemedik. *** FAKAT: Artık sırası da geldi zamanı da. Nitekim ne diyoruz kaç gündür? “Keşke bir iki yolcu uçağına sahip olabilseydik.” Eğer olsaydık, deprem bölgesine daha seri daha kolay ulaşırdık. Deprem mağduru insanlarımızın, ailelerin bölgeye ulaşması kısaca TC ile KKTC arasında daha yoğun ve yararlı irtibat kurulması sağlanırdı… “Uçak var mı yok mu, geldi mi gitti mi” diye bekleşmez, yakınmaz, kendi ulusal uçaklarımızla kendi irade ve programlarımızla daha rahat ve faydalı yolculuklar yolları açardık… TABİ ki eğer devletsek artık yavaştan yavaştan büyük düşünmek zorundayız. Sittin sene çiftçi, köylü, hayvancı kalmayacaksak, sanayi adına demirci, dülger atölyelerinden öteye gelişmeyeceksek, KKTC’nin ne anlamı kalır ki? Havayollarımıza sahipliği de yeniden düşünmeliyiz… *** VE NE DİYORDUK? Ağlamak fazilettir, büyüklüdür, insanlıktır. Depremde ölen gencecik insanlarımızın haberleri geldikçe ekranlardan izleyip, gazetelerden okudukça ağlıyoruz zaten. Ki bazı tanıdıklarımın evlatları da vardır aralarında. Zaten haberleriyle birlikte fotoğrafları da başladı yayınlanmaya… İlk kez Anavatan Türkiye ile yavru vatan Kıbrıs bir deprem faciasında birlikte gözyaşı döküyorlar… Birlikte kahroluyorlar, birlikte yalvarıyor ve birlikte “fatihayı” okuyorlar… ALLAH bir daha bizlere, Türk milletine, hatta insanlığa böyle bir acıyı yaşatmasın… (Pazartesi buluşmak üzere…)