1974’den sonrası dönemlere toplum olarak büyük eksikliklerle başladıktı! Köklü diyebileceğimiz kendimize özel kazanımlarımız da yoktu, bir toplumu ayakta tutabilecek donanıma da sahip değildik.
İti...
1974’den sonrası dönemlere toplum olarak büyük eksikliklerle başladıktı! Köklü diyebileceğimiz kendimize özel kazanımlarımız da yoktu, bir toplumu ayakta tutabilecek donanıma da sahip değildik.
İtiraf edelim ama: Adada iki ayrı etnik toplum oluşumuz sadece siyasi çatışma ortamları yaratmadı. Hatta bazı konularda işbirliğine varacak ve gerçekleştirecek kadar da karşılıklı yararlar sağladı. Mesela:
“SENDİKALAR ve sendikacılık” iki toplumun iş ve güç birliği arayış ve anlayışları içinde oluşturulmuş kayda geçirilecek o “yararlı” diyebileceğimiz tarihi kazanımlarımızdan biriydi.
VE YİNE itiraf edelim. Bu konuda sadece Türk unsuru tarafından değil, beterince Rum toplumu tarafından da yıllarca hırpalanan ve zorlu bir “mücadele safhasından” geçmek zorunda bırakılan AKEL hem adadaki sendikal oluşumları hazırladı hem de sendikal mücadelelerin öncülüğünü yaptı.
ÜSTELİK bu “öncülüğünü” hem Rum hem de Türk toplumlarının “liderlikleri ve yetkililerince” “Bolşevik” yada “komünist” veya “Rus yanlısı” suçlamalarla dışlamalarına maruz kalırken başardı.
Bu nedenle de AKEL sadece Kıbrıs siyasi sorununda değil, sosyoekonomik gelişmelerde de “olumlu olumsuz” etkileriyle her zaman önemli bir yere sahip oldu. O eski etki tepkisini kaybetmiş olsa da zannedersem Kıbrıs siyasasında hâlâ da öyledir.
TABİ bu “tarihi” diyeceğimiz AKEL’li sendikal olgunun “işçi hakları” ve bu yöndeki mücadelesinin asli unsurları olan adadaki “Türk-Rum işçi potansiyelinin” de büyük önemi vardı.
Ki o mücadeleyle sağlanan “AKEL’li işçinin dolayısıyla ötesi işçilerin kazanımları” silsilesindeki hak ve hukukları yanı sıra aynı zamanda “sendikacılığın” da yeşerip gelişmesine katkısı yadsınamaz gerçekti.
Esas sağlayıcıları örgütlü uygulayıcıları ise “limanlarla o limanlarda çalışan Türk ve Rumlardan oluşan “liman ameleleriydi”. Şöyle ki “sendikal kuruluş ve işçi haklarının sağlanması için olması gereken “işveren, patron, yevmiye, çalışma saatleri” gibi koşullarla hükümler; ancak işçinin en yoğun şekilde çalıştığı ve sürekli “işverenle patron-işçi” bağlamında karşı karşıya olduğu o yıllarda; “limanlardan” ötesi bir başka ortamda söz konusu değildi zaten işçi işveren koşulları nedeniyle de olamazdı.
***
BEN, o “sendikal işçi hakları mücadelesinin” ucunu yetiştim. Şöyle ki o günlerin “Türk toplumu liderleri” işçi haklarının sağlanmasına yönelik iki toplumlu mücadele ortamlarında AKEL’in yanında yer alan Türklere “hain” damgasını vurmakla kalmadılardı! Yıllarca sürüp gidecek “komünistler, Bolşevikler, Rus uşakları” karalama ve suçlamalarında adeta AKEL’e üye ve yanlılarını “aforoz” ettilerdi.
***
ARADAN yıllar geçti. Çocuktum. Fakat bugün de “Türk liderliğinin” neden “AKEL”in işçi haklarına yönelik sendikal faaliyetleri içinde yer alan Türk memur ve işçilerine savaş açtığını anlamadım. (Hatta gazeteciliğe başladığım 1963 yıllarında köşemdeki makalelerimin beylik konularından birisi de “AKEL ve AKEL’cilere yönelikti!)
Kİ Rum işverenler tarafından en çok sömürülenler de Türk işçileriyle memurlarıydı itiraf edeyim haklarını ancak Akel’in mücadeleleri sayesinde dolaylı olarak kazandılardı.
(TABİ hatırlatmakta fayda görüyorum. Kıbrıs siyasi sorununda ve adanın Yunanistan’a ilhak edilmesi gibi hayali “idealar” peşinde koşan Rum tarafının AKEL’i de her zaman Rum Sağcıları (gekkolar) gibi Enosis savunucuları oldulardı!”)
BUNA karşın Kıbrıs Türk toplum bünyesinde öteden beridir sanıldığının ötesinde “köklü” denebilecek bir sendikal anlayış ve “emekçi insanlara” sağladığı hak hukuk savaşımı vardır.
***
FAKAT bugün hâlâ nasıl bir “kurum” olduğunu anlayamadığım KIB-TEK de aynı zamanda omurgasını teşkil eden EL-SEN’in de KKTC de hangi hakkı hukuku savunduklarını, hangi toplumsal yararı gözettiklerini, ülke elektrik enerjisi üretim ve sağlanması konusunda ne düşündüklerini anlamış değilim.
Kİ bildiğimce tüm dünyadaki “ulusal” kimlikli demokratik ülkelerde “doğal kaynaklarla enerji” devletin yetki ve sorumluğundandır.
BİZDE ise enerjiyi sağlama, tüketme konusunda “ulusallığı” içeren “devletsellik” değil, “zümresellik” dolayısıyla “tekelcilik” söz konusudur! KIB-TEK bunun eseri ve sonucudur! EL-SEN ise koruyucu jandarması.
***
BUGÜN sadece bizde değil. Tüm dünyada ülkelere birinci derecede gerekli olan “enerjiden” söz ediyoruz.
Ekmek su kadar önemli ve hayati. Üzerinde en iyi şekilde verimli olmasını sağlayacak yatırımlar ve yasalar konusunda ulusal konsensüs sağlanması gerekirken, aksine “kaymağını” kimin yalayıp yutacağının kavgası yapılıyor. Ve bir devletin kalbi kadar önemli olan “enerji” ile santral ve idamesi söz konusu kavganın mihenk taşında dövüldükçe yıpratılıp yıpranıyor ki gün gele toplum elektriksiz de kala. İşte o zaman kınayı hep birlikte yakacağız ama.