Kaçınılmaz kaderde ve kederde bir hafta geçirdik. Eğer tevekkül sahibi bir “bütün Müslümansanız” “ne yapalım” dersiniz. “Allah böyle istedi.” Adaletle iradeye karşı çıkılmaz. Ama ders alınır, ibret...

Kaçınılmaz kaderde ve kederde bir hafta geçirdik. Eğer tevekkül sahibi bir “bütün Müslümansanız” “ne yapalım” dersiniz. “Allah böyle istedi.” Adaletle iradeye karşı çıkılmaz. Ama ders alınır, ibret alınır, nerede yanlış yaptım da denir yapılan yanlışlardan dolayı vicdan azabı da çekilir. BUNA karşın: Sorgulayan “neden niçin” diye soran insan da vardır. Nitekim soruldu da sorgulandı da: Neden bazı binalar yıkılmazken bazıları yerle bir oldular?  Elbet bu sorgulamanın sonucunda yargı gereken kararı verecektir. Fakat Devleti, gelip giden siyasi erk sahiplerini kim sorgulayacaktır? Çünkü en basit ifadesiyle böyle bir depreme Türkiye hazır değildi! Oysa ne ilk depremdi ne sonuncusu olacak. İzlediğimiz okuduğumuzca Türkiye bu konuda yeterince donanımlı değil. NE var ki yabancısı olduğumuz bir konuda. Çizmeden yukarı çıkmadan bu deprem vesilesi ile bir kez daha kendimize bakalım. Ve hem yargılayalım hem de bundan sonrası felaketlere karşın biz de tedbirler alalım. *** SİVİL SAVUNMANIN ÖNEMİ: Mücahitliğimizi bitirmiş, terhis olmuştuk. Evimize işimize dönmüştük. Fakat kısa süre sonra “Normalizasyon” dönemine geçerken “çok gereklidir” demelerine karşın (bizim için) can sıkıcı ve istenmeyen bir başka “zorunlu görev” olan “Sivil Savunma” oluşturulmuştu. Bazen yılda bir iki kez “eğitimine” çağrılıyoruz ki “vatan millet için helal olsun” demek yerine, “Allah cezasını versin hâlâ kurtulamadık bu mücahitlikten” diyorduk! Oysa en kabadayısından iki günlük bir eğitim tazelemesi. UZATMADAN yazayım. İşte yaşadığımız bu deprem faciasından sonra da görüp anlıyorum. Her topluma bu tip eğitimler gereklidir. Çünkü ne denli tedbir alırsanız alınız son büyük Deprem faciasında da yaşandığınca görülüyor ki ordunun da seferber olmasına, yedi düvelin kurtarma ekipleri yardıma koşmasına karşın yine de deprem sonrası yıkıntıları bazen iğneyle kuyu kazar gibi temizlemek enkaz altında kalan insanları kurtarmak başlı başına bir eğitimli çalışmayı gerektirir. Öyle vur çapayı salla küreği olmaz. Hafriyat altında kalmış insanlara zarar vermeden ulaşmayı gerektirir. BU NEDENLE, evet genelde adına “sivil savunma” da denilen bu ulusal örgütlenmeye her dönemde “Sivil Savunma Teşkilatı” dediğimizin eğitiminden geçmek gereklidir. Hatay’daki depremi izlerken, yazılanları okurken bu gerçeği daha iyi anladım. Öte yandan bir zorunluğu daha anladım: *** VARDI BATIRDIK ama bir iki uçaklık da olsa yine bir “havayolumuza” ihtiyacımız vardır. Deprem nedeniyle bunu bir kez daha anladık. Kendi yurttaşlarımızı bile deprem bölgelerinden yurdumuza taşımakta büyük zorluklarla karşılaşırken ötesi yardımları ulaştırmada da geç kaldık. Anlıyoruz ki uçaksız devlet olmaz! *** VE KISACA TAKILDIĞIM: (AYIPTIR İHANETTİR!) Bazı güzel laflarımız vardır. Mesela “yıkılmadık ayaktayız” deriz. Nitekim Kıbrıs Türk halkı da yıkılmadan ayakta kalan topluluklardan. Bilirsiniz Osmanlının son demlerinde imparatorluk hızla çözülüp dağılır ve son vatan toprağı Anadolu’dan ibaret kalırken Balkanlardan Arabistan’dan geri dönemeyen Osmanlı tabası bugünlere kadar sarkan bir kadersizlikle  “esir Türkler” durumuna düştüler. BU kadersizliği, uzun meşakkatli esaret yıllarına karşılık yenen ve kendi siyasi kaderi ile varlığının güvencesini anavatanı olan Türkiye’ye bağlayan İmparatorluktan kalma tek topluluk Kıbrıs Türk toplumu oldu. TABİ, anlatımı ile yorumu tarihçilerin işidir. Fakat   bu adadaki varlığımızı Rum fanatizmi ile adayı tümden Yunanistan’a bağlama efkârındaki “megali idea” yeminine bağlamış kiliseye karşın, önleyip donduran da adadaki İngiliz sömürge idaresi oldu. İKİ toplumun da kendi kültür harslarıyla varlıklarını sürdürmelerine imkân tanırken ne Rum’un “enosis” hayaline geçit verdi ne Türk’ün “taksimine.” Kısaca her iki toplumun da kendi ulusal kimlikleriyle sürdürmekte oldukları yaşamlarına müdahale etmedi. (Tabii ki parantez içinde anlatılacak pek çok Rum’dan yana kayırmaları olsa da bunlar ulusal kimlikleri yaralayacak kadar değildi… SONUÇTA bugünlere kadar gelirken artık bu adada Kuzey-Güney, Türk ve Rum Devletleri olarak varız. *** ANCAK “makûs talihi” değiştiremedik! Rum’un Güneyini yine yetişemedik! Yine Rum kadar olamadık! Hem de arkamızda Yunanistan gibi üfürükten bir ülke değil, seksen milyonluk devasa Türkiye varken. NİTEKİM Rumlar bu adanın belki yarısını yitirdiler ama hâlâ ağa paşa; bizler ise hatta maaşlarımızı bile ödeyen TC’ye, anavatana muhtaç bir topluluk olmaktan kurtulamadık! Üstelik her vesile ile de TC’deki yönetimleri eleştirme hakkında! BU kadarına hakkımız var mı ayrı dava! Ama siyasi sorunu Ankara’nın politikasına karşın KKTC halkının ayrı gayrı görüşlerinde yozlaştırıp kırmaya çalışmak sadece ayıp değil, üzerimizde hakkı olan Ankara ve Türk halkına ihanettir! Kendimize bile bol gelen kendi içimizdeki “cüce siyaset oyunlarımız” yetmedi, Türkiye’deki iktidarlara kadar vardırıldı ki gene yazıyoruz: Ayıptır ihanettir, yapmayın!