Ki anlaşılır gibi değildir! İşsizliğin diz boyu uzandığı, yevmiyenin aslanın ağzında olduğu, çalışma saatlerinin güneşin doğuşu ile başlayıp batışına kadar sürdüğü, sosyal sigortalarının olmadığı o büyük fukaralık ve yokluk dönemlerinde mesela 1950’lerde ve sonrası yıllarda;

Mağusa’nın Akkule girişinden başlayarak o zamanlar adına “çarşı meydanı” dediğimiz bu günkü Namık Kemal Meydanına gidene dek yer yer sağlı sollu üzerlerinde kebap mangalları, elle itilen “kebapçı arabacıkları” vardı.

   Daha sabahın ilk ışıkları ile birlikte o “kebapçı arabacıkları” mangallarını yakalarlar, limanda çalışmaya gidecek “hamallar” liman işçileri için (gerçekten ama) kuzu etinden ve körpe hayvanlardan oluşan şiş kebaplarını kızartmaya başlarlardı.. Bunun adı “sabah kahvaltısıydı!”

   ARADAN yıllar geçti.. Hâlâ düşünürüm: Hangi ülkede vardı benzeri diye! Sabah kahvaltısı için “şiş kebabı” yiyen işçiler..

   Yani “et, ettt!  Hem de günlük yevmiyelerinin o yılların İngiliz sömürge dönemi maliyesi hesaplarında tutun ki en kabadayısından 1 lira yani bir sterlin falan olduğu dönemlerde!. Ki yirmi şiline tekabül eden her bir şilin de tutun ki altı üstü ile 10 kuruş olarak hesaplanırdı..

   Ki o Liman işçilerinin sabah kahvaltısı niyetine bir pide dolusu yedikleri kebabın fiyatı azlığına çokluğuna göre “yarım şilin ile bir şilin, sonraları 2 şilin olduydu…”

***

   ET FİYATLARININ dolayısıyla kasaplık hayvan üretim politikasıyla tartışmalarının da gündeme geldiği şu günlerde, artık adına nostalji dendiğince aklıma geldi o yıllardaki etin ne kadar ucuz dolayısıyla sıradan bir besin olduğu. Şöyle ki yoksul “hammalların” bile sabah kahvaltıları oluşları gerçeklerinde!

   HİÇ ABARTMIYORUM: Bir devrelerde dünya ülkelerinin refah ve kalkınmışlıkları “hayvani besinler miyarında et yiyebilenlerle süt içebilme olanaklarına sahiplikleri ile ölçülürdü!”                                                                                                                                                                        

***

   Eee! ŞİMDİ NE OLUYOR? Ki artık insanların refah düzeyleri etle değil Mersedes araba sahibi olup olmadıklarıyla ölçülüyor! Ki etin pahasının vız gelip tırıs gitmesi gerekirken!

   OYSA bu ülkede bir süredir pahalılık ve refah düzeyinin miyarı haline getirilmiş “fahiş” denilen et fiyatları ile uğraşılırken satın alınamayacak kadar pahalandığından   yakınılıyor. Medyada manşetlere çıkıyor, halk katlarında hangi kasapta daha ucuzunun satıldığının haberleri uçuruluyor! Her gidi et!

   Toplumda iki kuruşluk yevmiye için on iki saat çalışmak zorunda kalındığı yıllardan beridir KKTC de yaşadığı böylesi  saltanatı bir başka ülkede  asla yaşayamadıydı! Helal olsun be!

                                                                              

***

   KISACA TAKILDIĞIM: Yeni yeni haberlerine takıldıkça  “hey gidi” diyorum. “Geç bile kaldı!”

   Medarı iftiharımız “DAÜ’den söz ediyorum.   Ki sisteminin kurucusu olan Özay Oral’ın hakkı yenmez, Rumun “Didakta” dediği ilk binasında cicim cicim bir “üniversite” oluşturulduydu ki tutun ki yüksek öğrenimde KKTC’nin bugünlere kadar gelen amiral gemisi oluşu ile..

   NE VAR Kİ bir kez daha ispat etti ama: “Devlet eli ve parası ile ne ekonomi olur ne de eğitim! Hatta “sağlık” bile olmaz!

   YA NE OLUR? Devlet sayesinde onlarcası daha “yüksek öğrenim” nitelikli özel okullar oluşur ki “devletin medarı iftiharı” olan kendi üniversiteleri batarken!

   NİTEKİM DAÜ kuruduğunda ülkede ne ekonomi vardı lafının edileceği ne de önemli sayılacak eğitimle sağlık üniteleri vardı doğru dürüst! Bu nedenle DAÜ toplumun medarı iftiharıydı ki beş yıldızlı!

   SONRA peşi peşine özel üniversiteler de açıldı.. Ve ülkede bir kez daha ispatı vücut buldu ki “eğitim alanında rekabetten kaynaklı olgularda yararlı olması gereken “üniversiteler furyasında” gün gelir eğitimin amiral gemisi sayılan DAÜ bile batma tehlikesine düşer!  

                                                                               ***

   BU konuda medyada yayımlanan açıklamalara haberlere bakıyorum: Bizzat Eğitim Bakanı Çavuşoğlu itiraf etti: “Üniversitenin dedi 19 bin 800 öğrencisi varken 92 profesör vardı. Şu anda kayıtlı 142 profesör vardır. Öğrenci sayısı ise 19 bin 800.”

   VE ekledi. “Bir prof’un DAÜ’ye aylık maliyeti 140 bin liradır!...”              

***

   BU konuda yoruma gerek var mı? “yıllar yılı söylenegeldi hâlâ söyleniyor: “Devlet malı deniz yemeyen domuzdur!”

   Kİ ŞİMDİ gel de vekilliğinin yada bakanlığının serüvenini, siyaset anlayışı olarak icraatları ile topluma yansıtan “yetkili ve sorumlu” üst kademe bürokratlarımızla devlet adamlarımıza sorun: “Pekala siz ne yaptınız? Mesela Sn. Eğitim Bakanı siz? toplumla paylaşmak cesaret ve dürüstlüğünü gösterebildiğiniz bu çarpıklıkları düzeltmek yollarında hangi çabaları gösterdiniz.  Yani “yakınmaktan” başka!