Ki sendikal hareketlerin yabancısı değiliz. İşçinin, emekçinin sahip olduğu elindeki tek silahı olması yanı sıra ayni zamanda “hakkı ile hukukunun da adalet terazisidir..”

   Mağusalı yaşlılar hâlâ hatırlarlar. Liman nedeniyle ve AKEL’in öncülüğünü yaptığı mücadeleler sonucunda İngiliz sömürge idaresinin elinden çeke söke “sekiz saat iş, sekiz saat uyku, sekiz saat istirahat” hakkını almak uğruna başlatılan sendikal hareketlere bağlı grevler, toplantılar, plebisitlerle yoğunlaştırılıp yoğrulurak işçinin bugünlere kadar gelen hakları olarak yasallaştırıldı.. Tıtım ki 1940’lar sonrası işçi hareketleriydi bunlar.. Ve doğrusu o dönemlerde, “bolşevikler” dediğimiz “komünistlerin” bu konuda büyük çabası oldu hâlâ da öyledir..

   FAKAT çok uzun yıllar “devlet kademelerinde çalışan memurlar, öğretmenler, işçiler kısaca kamu görevlileri sendikal haklarının hep dışında bırakıldılardı!”

   Mesela biz “İlkokul Öğretmenler Sendikasını” kurarken  “güçlükler ve tepkilerle  karşılaştık ki   hasbelkader hareketin içinde bir tutamcık tuzum vardı  ilk yönetim kurulu üyelerindendim o nedenle biliyorum…

  VE hemen ekleyim: “Sendikamız” kurulduktan sonra “sayesinde” pek çok hakkımızı çeke söke kazanmayı da başardıydık.. Arif Hasan Desem, Turgut Mustafa, Halil Kara…  Çok uzun yıllar “mücadeleci sendikacılar” örneklemesinde ötesi pek çok sendikanın oluşmasını da tetikleyen arkadaşlarımızdılar..   

                YANİ diyorum bu ülkede sendikaların ve sendikacıların yabancısı değiliz.. Mesela bir Necati Taşkın’ı unutmak mümkün değildir. Ki artık onlarcası sendikalar vardır hatta riyakârlığını bile yapanlar türedi!  Öte yandan:

                                                                                               ***

   SENDİKACILIK UZLAŞMA SANATIDIR! Yani iki keçi dar bir köprüde buluşmuşlar da “önce ben, yok ben geçeceğim” kavgasına tutuşup sonunda ikisi birden dereye düşüp  boğulma aptallığına düşmek değildir.. Yada tarafların “dediğim dedik” inadında sürdürüp götürülürken bir toplumsal kriz haline getirilmesi de değildir!

   Kİ BİR SÜREDİR basından izlediğimce Öğretmenler sendikası ile Eğitim Bakanlığı yine karşı karşıya gelmişler ama uzlaşmak için değil; “benim dediğim olacaktır” inadında kavga etmek için! Ki son dönemlerde artık sendikalar da hükümet kanadı da “dediğim olacaktır” inatlaşmalarında (tabi ki sadece eğitime zarar veriyorlar) rüştlerini ispat etmeye çalışıyorlar!

   BİR ayı aşkın süre “grev” yaptığımızı da hatırladığımca ne olursa olsun diyorum ama: Öğrencilerin eğitim öğrenim haklarını bu kadar istismar etmek doğru değildir. Kaldı ki öğrendiğimizce sorunun bir parçası da “bu da nereden çıktı” dedirtircesine Eğitim Bakanlığının öğretmenleri A ve B sınıflarına ayırıp ders saatlerini  buna göre ayarlamak gibi abuk sabuk bir tasarıyı içeriyor..  Yapamayın! Abuk sabuk işler yanı sıra bilirsiniz, atlar tepişirken sadece çimenler ezilir!                                                                                                                                                                                                                                                                                      ***

   KISACA TAKILDIKLARIM: TC’deki seçimler sonlandı diyecektik ama bitmedi. Bu Pazar ikinci turu var. İnsan sorar ama: Neden şu mübarek “makam sahipleri” birinci turda sonuç alınacak bir seçim yasası düzenlemesi yapmadılar.. Kİ Türkiye gibi heyecanlı ülkelerde her seçim husumet ve bunalımların beterince azdırılmasından başka bir sonucu doğurmaz!       

***

   TABİ her zamanki gibi Türkiye’deki genel seçimlerde bizim aradığımız “ne olacak şu Kıbrıs siyasi sorununa” verilecek cevaplardı..  

   Nitekim bu seçim arifesinde de bu cevapları çok aradık.. Bulduğumuzu söyleyemeyiz! Fakat istismar edilmediği bir gerçektir..

   DOLAYISIYLE son zamanlardaki siyasi sorunla ilgili laflamaları çok da ciddiye almadık.. Mesela bugüne kadar “ekabirin” kendisi için saklarken, askerin de korumak zorunda bırakıldığı bir Maraş vardı; Dürte dürte onun da cılkını çıkardıklarında artık Maraş da bizim oldu!

   HA, “bu kez yağma yoktur ama! Uluslararası camia, irili ufaklı ülkeler, AB, BM’ler bundan sonra Kuzey’e zırnık koklatmazlar mı” diyecek ya da diyeceklerdir? Çok da umurlarında olmadığını artık daha iyi biliyoruz!

   LAFIN kısası geçen süre içinde “Kuzey” coğrafyası artık “Kıbrıs Türklerinin yurdu” olarak kabul görüyor.. Şöyle, mesela “o tarafa” yani Güney’e geçmek söz konusu olduğunda; artık “Rum tarafına gideceğim” yada “gittim” deniyor..

   VE işte o zaman adada bir “Türk tarafı” gerçeği vurgulanıp hatırlatılıyor ki zaten vardır “Kuzey’deki Türk Devleti..” Artık Rumun, AB’nin bu realiteyi sindirmesi gerekir. Kabul ettiklerinde siyasi sorun da çözüme ulaşmış olacaktır…                                                                                           

***

   HA! “YA TÜRK RUM MÜLKLERİ?” Kuzey’de ve Güney’de tapulu dolayısıyla kayıtlı oluşlarıyla evet vardılar ama artık nihai çözümü bile gerektirmeyecek “al sat, sat al, yap devret” gibilerinden taşnmaz mülklerin neyse resmi aidiyetleri onlara uygun oluşlarını da korumak gerekir ama anti parantez yazalım şimdi 3. Ülke insanlarına tapu çıkartılıyor. Durun bakalım ne olacak?  

   ÖTE YANDAN Rum tarafı bugüne kadar Kuzey’deki mülkleri konusunda çok da ısrarlı bir politika oluşturmadı!

   TABİ bu konuda “nasılsa Kuzey’deki mülklerimiz olası çözümde bize iade edilecektir ya da tazmin edileceğiz” mi dediler bilmiyoruz ama   doğrusu şu kadar yıldır da sorunun üzerine yattılar!

   FAKAT artık ve geçen zaman itibarı ile anlaşılıyor ki Kuzey’deki Rum mülkleri o kadar da kendilerinin değildir!  (ki KKTC’ deki ve TC’deki son seçim kampanyası boyunca söz konusu Rum mülkleri konusunda tek sözcük işitilmedi.. Hoş Kıbrıs siyasi sorununa değineni görülmedi zaten.)

   AMA “kapalı” olduğu sürece kendilerine iade edileceğini sandıkları Maraş”ın çoktan uçuşa geçtiğini her halde Rum tarafı görmektedir.. Nitekim ne diyor Sn. Tatar, “artık orası da bir Türk vatanıdır!

   Rum tarafı liderleri ve kilisesi Kuzey’deki devleti tanımamakta ısrarlarını sürdürürlerken, artık kına yakabilirler!