Kafalarımızdaki zaman mefhumu daraldıkça geçen yılları hatta ayları bile değil, “haftalarla günlerden” söz ederiz. Çünkü kısacık zaman dilimlerine sıkışmış “adalı hayatlarımızın canları” çok...

  Kafalarımızdaki zaman mefhumu daraldıkça geçen yılları hatta ayları bile değil, “haftalarla günlerden” söz ederiz. Çünkü kısacık zaman dilimlerine sıkışmış “adalı hayatlarımızın canları” çok fena sıkılıyor! Nüfusu yarım milyon bile olmayan bu toplumun ensesinden dünyanın en pespaye “politikalarını” yapan siyasetçilerin sittin senedir sağlayamadıkları dirlik düzenlik bir yana! Üstelik olanlarını da kararttıkları gerçeklerde tutun ki “devlet” üzerine “bağımsızlık” ağıtları yakıyoruz da nasıl? ÇÜNKÜ bu “bağımsızlık” dediğinizin “bağımlılığı” sadece kullananı etkiyen sigara ya da alkol kumar değil ki… “Devletten” söz ediyoruz… Üstelik aynı coğrafyayı paylaştığımız Güney’deki Rum yönetimi ile şansımız mı yoksa acıtan şanssızlığımız mı bilinmez kendimizi kıyaslama şansı buluyoruz! Ve söz konusu olan her “kıyasla” birlikte daha çok hayıflanıyoruz! “Neden onlar öyle bizse neden Kuzey’de ve anavatan Türkiye’ye karşın böyleyiz” yakınmalarında! “SİYASİ tanınma ya da tanınmama” gibilerinden olumlu olumsuz tartışma etkileşimlerinden söz etmiyorum… Çünkü onlar (yani Rumlar) dünyasal ittifaklar içinde tanınmış devlet olsalar da bizim de hemen şurada “anavatanımız” Türkiye’miz var… Kİ artık sadece coğrafi değil; sosyoekonomik “büyüklüğü” ve askeri gücü nedeniyle dünyanın ileri gelen ülkelerinden… Üstelik kendi bölgesinin de “devi” ama biz bu “büyüklük ve azametten” bile yararlanamıyoruz! Ki Türkiye “Kıbrıs Barış Harekâtı” ile doğdu… *** SORUNLAR ÇOK! Devletsek olacak tabi. Yeter ki altlarında kalıp canlarımız çıkmasın! Ki “genel seçimleri” bu nedenle gerçekleştiriyoruz. Memleketi daha iyi yöneteceğine inanılan “yönetici takımlarını” sürekli seçimlerle görevlendiriyoruz ama bir türlü istediğimiz yere gelemiyor dolayısıyla ağır aksak ve takıntılı gidişimizle yarattığımız sorunların altında kalıp eziliyoruz… Şöyle bir KIB-TEK olayını “ya istiklâl ya ölüm” gibilerinden “ulusal sorun” hale getirdik… Ki şunun şurasında henüz nüfusu yarım milyon bile olmayan bir topluma yönelik hizmetinden söz ediyoruz! Ne statüsünü ne işlevini ülkeye fayda sağlayacak bir sisteme oturtamadık! Ki “bu tip ulusal tesis ve kaynaklar” memleketin doğal zenginlikleri misali “Devletin yetki alanlarındandırlar… Oysa Kıb-Tek bir “zümresel şirket” oluşumuna dönüştü. O kadar dönüştü ki eğer şirket çalışanları isterlerse elektik akımını keserek memleketi karanlıklara gömebilirler. NE var ki bu da yetmez. Çünkü bizatihi Elektrik Kurumu, TC’nin bir başka büyük elektrik kurumu olan AKSA’ya bağımlıdır. Ne zaman yetersiz kalsa iki eli önünde AKSA’ya muhtaç bir dide gibi aman “elektrik” diye titreşir! VE öteden Sn. Başbakanın hamaset dolu sesi işitilir: “KIB-TEK yaşayacak ve üretmeye devam edecek!..” İnsanın çıldırmaya ramak kaldığı olaylardır bunlar. Çünkü bu ülkeye yıllar önce su ile birlikte elektrik akımı da nakledilebilirdi. Ne dedi memleketin muhalefeti? “Bu kadar bağımlılık da çok olmaz mı?” “Bağımlı” olacağımızsa Türkiye’ydi! Şimdi Rum’a bağımlı olduk ama!.. Kına mı yakalım? *** VE BİR RAMİZ MANYERA GEÇTİ BURALARDAN: Rahmetlik babası Niyazi Manyera Mağusa’nın ilk Türk doktorlarındandı… Dolayısıyla benim de doktorumdu. Namık Kemal Lisesi’nin TC’nin velayetine girmesinde büyük çabaları olduydu. Rahmetlik Dr. Küçük’ün sonraları Denktaş’ın etrafında yer alan üç beş vefalı siyasetçiden biriydi… Bana hep Eşref Paşa derdi… Oğlu Ramiz Manyera bizden beş altı yaş büyüktü. Ele avuca sığmaz bazı arkadaşları ile motosikletlerle turlarlarken tehlikeli sürüşlerine kattıkları akrobatik hareketler de yapardı… Bir ara Mağusa’nın yollarına sığmayan tekne gibi üstü açık bir şevrole araba aldıydı. Kahve önlerinden geçerken arkasından çarptığı sandalyeleri toplarlardı. Atlamadan yazayım: O devrelerde öylesi özel araba iki kişide vardı. Birisi Ramiz Manyera’da diğeri Erol Hilmi’de. FAKAT Ramiz ilk TMT’cilerdendi. İngiliz askerlerini Mağusa Kapısı’nın üzerinden kurşun yağmuruna tutup surlar içine girmelerini önleyecek kadar patlak yürekliydi… “OLAYLARDAN sonra Ali eniştem ve bir arkadaşı ile “kola fabrikası” kurdular adını da “taksim” koydulardı. Şimdilerde hâlâ “garga suyu” diye satılan gazoz da o dönemlerde imal edilemeye başlandıydı. Sonra Lefkoşa’ya taşındı Belkola fabrikasını kurdu… *** KISACA tanıdığım Ramiz Manyera patlak yürekli, müteşebbis, macerayı seven, mücadeleci ve TMT’ci Mağusa’lıydı… Allah rahmet eylesin. En az kendisi kadar cesur ve vatan sevgisiyle dolu dolu olan mücahit arkadaşlarının yanına gitti… Kısaca Mağusa’dan Kıbrıs Türk halkı bünyesinden bir insanımız Ramiz Manyera da kaydı. Allah’ın rahmeti üzerinde olsun…