İçteki sorunlarımızın nefesimizi kesecek kadar yoğunlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Eğer zaman zaman TC’nin açıktan parasal katkıları ile dün sözünü ettiğimce hastane ve okul yapımı gibi kapsamlı yatı...

İçteki sorunlarımızın nefesimizi kesecek kadar yoğunlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Eğer zaman zaman TC’nin açıktan parasal katkıları ile dün sözünü ettiğimce hastane ve okul yapımı gibi kapsamlı yatırımları da olmasa çok kısır bir döngüden geçtiğimiz muhakkaktır. HEMEN ekleyim: Bugüne kadar kısa sürelerle peşi peşine yıkılıp bir yenisinin kurulduğu koalisyon hükümetlerinin yarattığı istikrarsızlıklarla toplumsal bunalımlar, şimdilik tahminlerin ötesinde bir yönetim erki ile kazasız belasız aşmayı başaran “Üstel Koalisyon hükümeti tutun ki olaysız devamlılığı nedeniyle durağan bir dönem yarattı. ANCAK bu “krizsiz durağanlık” hükümetin istikrarı gibi yansımış olsa da toplum kademelerindeki homurtularla şikâyetleri dindirmeye yetmiyor. ARTI, devletin geleceklere yönelik “istikrarlı” sayılacak devamlılığı da söz konusu değil. Nitekim geçtiğimiz hafta “zam vurgunu yemeyen bir suyumuz kaldıydı” dedirtircesine TC’den gelen suya belediyelerin ödeyeceği rakam 7 buçuk TL oranında artırıldı. Bedeli tabi ki son kertede yurttaşlara ödetilecek yeni bir zam dayatması. *** NE VAR Kİ KKTC’nin sorunları sadece yurttaşlarının boğazından geçen lokması ile içtiği suyu değildir. NİTEKİM artık KKTC sadece bizim ülkemiz de değildir! Tanımadığımız, bazılarının yerlerini haritalarda gösteremediğimiz  çok uzak ülkelerden gelen insanlarla da paylaşmak zorunda kaldığımız bir ülkedir! KUZEY’deki varlığımızı ancak Türkiye’nin himmet ve katkılarıyla sürdürürken, büyük tuhaflığa bakın ki dünyanın dört bir yanından aramıza katılıp hayat hakkı arayan yabancı insanların da aş iş para sağlayacakları ülkesi oluverdik! Şimdi, “meğer biz neymişiz be ağabey” mi diyelim! *** Kaldı ki diyemiyoruz çünkü utanıyoruz! Ülke hiçbir dönemde ne bu kadar esrar fuhuş illegal sorunlarla sarmalandıydı ne de bu kadar rezil vakalara tanık olduydu. Ki az biraz geriye giderek bazı hatırlatmalarda bulunayım: *** İLK ÜNİVERSİTEMİZ DAÜ: Prof. Özay Oral kurduydu. Zannedersem TC’de Bilkent Üniversitesi’ni de kuranlardandı. Kuruluşunu da gelişimini de Özay Oral’la olan dostluğumuz nedeniyle çok yakından izledimdi ki sonrasında da yıllar yılı bir ayağım hep DAÜ’de oldu. O yıllarda TC’den DAÜ’ye hangi öğrenciler gelirdi bilir misiniz? Lüks arabaları ile cüzdanları şişkin öğrenciler. Ki çok kısa sürede Mağusa o güne kadar görmediği, sahip olamadığı hayal olan büyük bir bir üniversite kampüsü haline geldiydi. İnsanlar arabalarının garajlarını bile oda haline getirip DAÜ’lü öğrencilere kiralıyorlardı. Peşi peşine lokantalar açılıyor, yeni yeni ve türlü çeşitli emtia satan dükkânlar açılıyordu.. MAĞUSA’ya KKTC’ye para düşüyordu… Ki henüz Afrika’dan değil ama Japonya’dan bile öğrenciler geliyorlardı DAÜ’ye. (Aslında bunları yazıp anlatmaktan usandım. Ne var ki hatırlamamız için hatırlatmak gerekir. Çünkü o büyük devinimi o öğrenciler kalitesi ile elitlerini bir daha yakalayamadık göremedik. Yerlerine işte “bugünküler” yerleştiler. Kİ EĞİTİM kurumlarının kaçınılmaz kaderleridir. Kaliteleri de kantiteleri de “öğrencilerinin” kaliteleri oranındadır. Bir zamanlar Japonya’dan bile DAÜ’e gelen öğrencilere karşın bugünün öğrencileri ortadadır fazla lafa gerek yoktur.