Büyük felaketlerin “ulusal birliktelikler” yarattıklarının yabancısı değiliz. Bizzat tarihe kazınmışlığıyla “mücadele yıllarımızda” yaşamıştık. Küsler barışmış, Sağ Sol siyasi parti ve liderleri kucak...
Büyük felaketlerin “ulusal birliktelikler” yarattıklarının yabancısı değiliz. Bizzat tarihe kazınmışlığıyla “mücadele yıllarımızda” yaşamıştık. Küsler barışmış, Sağ Sol siyasi parti ve liderleri kucaklaşmıştı. Toplum ayrısız gayrısız el ele omuz omuza bir bütün olmuştu.
TÜRKİYE’de deprem sorasında yaşananları izlerken aklıma geldi bu büyük dayanışma. Ulusça kenetlenmelerine, depremden zarar görenlere nasıl yardım edeceklerine yönelik o büyük seferberliğin insanlık yönü insanı ayrıca ağlatacak kadar “çok” büyük. Ki tam da genel seçimlerin arifesine denk düşen bir felaket. Ama o seçimin adı bile telaffuz edilmemekte.
BİR ulusun insanlarının birleşip kenetlenmelerine ya da ülkeler arası o büyük dayanışma yardımlaşmaya “mucize” denmez de başka ne denebilir? Nitekim:
YUNANİSTAN MUCİZESİ de gerçekleşti. Kİ kaç gündür Yunanistan’a artık farklı duygularla bakmaktayım. Çünkü: İlk kez anlamınca ve yürekten, ötesinde bir başka düşüncenin, hesabın kitabın, düşmanlığın inadın asla olmadığı çalışma ve ilgileriyle deprem bölgelerinde “komşu” diyerek kan tere batarak yıkıntılar altında kalan insanları kurtarmak için çalıştılar.
NE, “bunlar zaten düşmanımızdırlar,” ne de” beter olsunlar.” Sadece insanlık adına insanca ve kan tere batarak çalıştılar. Bir “kurtarma takımıydılar.” “Deneyimliydiler.” Mutlaka faydaları çok büyük oldu. Zaten ülkelerine döndüklerinde benzer duygularla olmalı Yunan halkı tarafından büyük zafer kazanmış kahramanlar gibi karşılandılar. Ki unutmayın: Eğer deprem olmasaydı belki şimdi bir Türk Yunan çatışmasının haberlerini yazıyor, yorumlarını yapıyor olacaktık.
***
BEN böylesi büyük olaylara “mucize” derim. Ki iki ülkeyi savaşın eşiğinden dostluğun, yardımlaşmanın, insanlığın birlikteliğine taşıyan böylesi olaylara mucize denmez de ne denir?
PEKİ AMA ülkelerin birbirlerine dostça, insanlıkla yaklaşmaları, zor günlerinde birbirlerine dost ellerini uzatıp yardımlarda bulunmaları için ille de depremler gibi büyük felaketlerin yaşanması mı gerekir.
DOĞRUSU sorasım gelir: Yoksa rahatlık, huzur, barışçı ortamlar insanlara batar mı? Huzursuz mu eder ülkeleri? Ki Ege denizindeki adaların karasularını iki metre daha genişletmek yerine, iki ulusun da “barış gölü” haline getirerek birlikte ve dostça yararlanacakları bir “komşuluk denizi” yapmaları mümkünken.
***
VE KIBRISI DÜŞÜNÜYORUM: Artık bizim için de onlar için de Kuzey’de ve Güney’de Türk Rum “komşuları” olduğumuz gerçeklerde Güney Rum Yönetimi’ndeki seçimler sonrasını düşünüyorum: Sonuç olarak Anastasiadis giderken Hristodulidis geldi.
KİMDİR nedir, Sağ mıdır Sol mudur? Hiç önemli değildir. Bunlar ulusların kendi içlerindeki aidiyetleridir. Beni ilgilendiren gelip giden “Başkanların” dış dünyaya, komşularına yönelik yansıttıkları siyasi ve sosyoekonomik tutumlarıdır. Dostlukları ya da düşmanlıklarıdır.
Kİ toplum olarak Papazlarından çok çektik. Kahrolası megali idea yeminini bahane ederek asırlardır Rum halkını kiliselerde Türk düşmanlığıyla zehirlediler. Rum halkının beynini yıkayarak tüm adanın tek sahibinin Rumlar olduğunu enjekte ettiler.
BU “idea” dedikleriyle İngiliz sömürge idaresine savaş açtılar kazandılar ama adadaki Türk halkını hep yok saydılar. Düşman olarak gördüler. Ve bugünlere kadar gelen bir Kıbrıs siyasi sorunu yarattılar ki sonuçta yapmaları gereken tek hareket Kuzey’de de en az kendileri kadar adada yaşam hakkına sahip bir Türk halkı olduğunu kabul etmeleridir.
HOŞ etmeseler de artık Kuzey’de ve Türkiye’nin himayesinde bir Türk halkı vardır, isteseler de bu halkın siyasi iradesini ve Devlet oluşunu önleyemezler.
***
FAKAT: Bu gerçeğe karşın eğer bir gün bu adada büyük bir deprem olursa ne Kuzey Türkü’nün hatırını sayar ne Güney Rum’unun. İşte o zaman “insanlık” gelse de akıllara çok geç kalınır.
EĞER Türkiye’deki deprem bile bize insanlığa, yaşamların nasıl birkaç saniyelik sallantılar kadar kısa olabileceğini hâlâ öğretememişse.
VE hâlâ dostluklarla ülkeler arası barışçı ilişkiler yerine düşmanlıklarla savaşlar egemen olmuşlarsa, yuh olsun böyle insanlığın ervahına.
Ki bir yılı aşkın süredir dünya insanlığı Rusya-Ukrayna savaşını seyrediyor. “Arkası yarın” dizileri gibi ve heyecanla.
İlle de bu adada biz Türkler ve Rumlar öyle mi olmalıyız?
***
KISACA TAKILDIĞIM: Önce ve peşin yazayım: Elbette ‘deprem’ gibi büyük felaketin karşısında “bana ne bize ne” diyecek kadar insanlıktan nasipsiz değiliz. Hasbelkader yardım da edeceğiz acılara ortak da olacağız.
DOLAYISIYLA hükümetin depremzedelere Maddi manevi yardımlarımızı elbette seve seve helal ederek yapacağız. Amma.
ÖNCE bilelim: Bu yardımları bir bonkörlük, kendi varlığımızı güç durumlara sokacak gösteri haline sokar, ücretlerden, maaşlardan “yardım” diyerek kesintiler yapılırken kantarın topu kaçırılırsa; kendimize kötülük etmişiz oluruz.
Ki Kıbrıs Türk halkı önce ve bizatihi “muhtacı dide bir halktır. Türkiye’nin bize verdiği parasal yardımları, biz de kendi aramızda oluşturduğumuz piyasaya akıtıyoruz ki doğrusu bu kısır döngülü “maliyeden” kimsemiz hoşnut değiliz çünkü “çarşı Pazar yada belirli ticaret erbabı tarafından (haklı veya haksız) bal gibi de “yapay” olarak yaratılan pahalılıkla sömürülüyoruz.
EVET maaşlardan yardım amaçlı kesintiler yapılacak. Zaten bekleniyordu. Zaten gereklidir helal olsun. Hayat pahalılığı da dondurulsun mahzuru yok. Amma ve lakin:
PAHALILIĞI da donduracak mısınız? Aldı başını gider fiyat anarşisinin önünü kesecek misiniz? Şimdilik kaydı ile ilaç fiyatlarını sabitleyecek misiniz?
DAHA açıkçası “fırsatçılığa” izin vermeyecek piyasayı denetleyecek misiniz? Ki en zayıf yanınız da bu “denetim” olayı. Bugüne kadar kimseye “gözün üzerinde kaşın var” diye sormadınız? “Ne yapalım serbest piyasa ekonomisi böyledir” dediniz.
NEYİN SERBEST PİYASASI. Onun adı ayladır “kazık piyasası” olarak değişti. Artık insanlar et alamıyorlar. Tabi ki tabandaki dar gelirli yurttaşlardan söz ediyorum. Ki her evde şu anda en az bir iki işsiz insan vardır “iş aş para” gözlemektedir...
KISACA maaşları kısıtlamak, dondurmak, hayat pahalılığını askıya almak bu olağanüstü durumlarda olabilir ama herkes elini taşın altına sokarsa. Yoksa yine birileri küplerini doldururken birileri fukaralaşmaya devam ederse “insanlık adına alınan tedbirler” insanları tepelemekten öte anlam ifade etmezler.
Alınan kararların istismarını önleyecek gerekli denetimleri yapamayacak, yitip gidecek alış gücüne karşılık piyasayı dengeleyemeyecekseniz; hiçbir şeye dokunmayın daha faydalı olursunuz.