Dün toplum olarak kendimize “devlet olduk” dediğimizin 40. yılını kutladıktı. Kırk yıl az buz bir zaman dilimi değil. Mesela Kırk yıl önce öylesi bir günde doğanlar şimdi kırk yaşında çoluk çocuk sahibi koskoca yetişkin insanlardır.. Fakattt:

KIRK yıldır hâlâ onlar da “Devlet” olmamızı beklemektedirler!

Ooo! Yoksa dün kutladığımız “devletimiz” yani “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”  sadece “devlet” adını  kullanmakta olan ve hâlâ 1974’ler öncesi statüsünü aşamayan bir basit toplum mu?

O zaman  bayrağını, ulusal marşını, anayasal  hak hukukunu hatta Cumhurbaşkanını seçme hakkında tıpkı bir devlet gibi hareket ettiğini mesela dün de “kuruluş kutlamalarını” gerçekleştirdiğimizi nasıl izah edeceğiz?

ZATEN sorun da bu değil midir? “Devlet olduk demekle devlet olunamayacağı!                                         

***

ÜZÜLEREK yazıyorum çünkü ben de sıkı bir “Devletçiyim!” 1960 “Kıbrıs Cumhuriyetinin çoktan “bir varmış bir yokmuş” masalına” dönüştüğünü,  adada kendi siyasi tercihleri ve kurulumları kuruluşlarıyla Türk-Rum,  Kuzey-Güney iki ayrı Devletin”  olduğuna inanan gerekirse   bu uğurda her türlü mücadeleye de baş koyacak bir yurttaşım.

NE VAR Kİ aradan  40 yıl geçti bu “inancıma” karşılık hâlâ “devlet olduğumuzu anavatan Türkiye’den başka ne tek bir dünya ülkesine kabul ettirebildik ne de tanınmış bir dünya devleti olabildik! Peki bundan sonra “olabileceğimizi” olsun zannedebiliyor muyuz?

DÜNKÜ kutlamalardan gördük ki hayır!

Buna karşılık 1963’de oluşturulan “Kıbrıs Cumhuriyeti de  çoktan kadük olmasına karşın Güney’deki Rumun kıçına bağladıkları boş teneke  kutu gibi sürüklenip götürülmeye çalışılıyor adadaki siyasi konumun bir maskara yanı da orası oluyor! Bizse 40. Yılını da kutladığımız Cumhuriyetimize nazire ne diyoruz ama: YAŞASIN KKTC!”

***

FAKATTT: Artık tanınmamış olsak da en azından adada “Kuzey’de ve Güney’de iki ayrı toplumun iki ayrı devleti olduğu kabul görmeye başladı gibi?

NE VAR Kİ asıl gerçek şudur: Kırk  yıldır adadaki Kuzey-Güney Türk-Rum devletleri” siyasi çözümsüzlüğe geçmişteki karanlık yıllarına, akan kanlarına şehitlerine  karşın bu adada pekala da “barış içinde birlikte yaşayabildiler, ticari ilişkiler kurabilirler hatta doğal afetler söz konusu oldu mu birbirlerinin yardımına koşacak kadar da birbirlerine insanca davranabildiler…                                                                          

BU OLUMLU ilişkilere karşın yine de  her iki toplumun  nihai çözümü “zamana” havale ettikleri görülmektedir. Çünkü Pile olayı da göstermiştir henüz kalıcı bir anlaşmaya ne Türk ne de Rum tarafı hazırdır!  Bu nedenle:

ZAMANI AKILLICA KULLANMAK ZORUNDAYIZ: Rum’la savaştık, kan döktük kan döktüler sonunda Kuzey Güney Türk Rum devletleri olarak ayrıldık ama… Adada “hak iddiasına dayanan  mülkiyet kavgası bitmedi!”

BU NEDENLE yazayım: Sadece “konut alım satımları” değil, toprak alım satımlarına da dikkat etmek zorundayız. Tek karışlık toprak parçası iki toplum arasında tartışma nedeni olabileceği gibi “satıcı ve alıcı” unsurlar için de yeri zamanı geldiğinde siyasi sorunlar haline getirilecek kadar hassasiyeti olan unsurlardır..

Kİ BELKİ UNUTULMUŞTUR ama bu toplum bu adada ayakta kalabilmek toprağına mülküne tutunabilmek için defatle “Türkten Türke kampanyaları” gerçekleştirmek zorunda kaldığı gibi yasal bir takım müeyyideler de getirmek zorunda kaldı..

ÇÜNKÜ: Şimdilerde yetişen nesil bilmeyebilir. Ama bir zamanlar Türk Rum mücadeleleri ve “Enosis ile Taksim” gibi gözlenen siyasi hedefler “toprak sahiplikleri” üzerinde gelişen sosyoekonomik kavgalardı! Ki bizde Rumlara karşı “TMT” ve VOLKAN gibi yeraltı örgütlerinin oluşumunu zorlarken, Rum tarafında da adaya tümden  “sahiplik” koymayı hedefleyen “Enosis” amaçlı EOKA’yı yarattıydı..                                                         

***

HEP DÜŞÜNÜRÜM: Bu adada Türk Rum kavgalarının türlüsü çeşitlisi, teşkilatlısı silahlısı, kanlısı kansızı gerçekleştirildi ama nedenleri doğru dürüst anlatılmadı. Nitekim Türk halkının yıllardır ve bugün de  söyleyegeldiği ne idiyse hâlâ ayni söylemler devam ediyor. Yani ne?

“RUMLAR “ENOSİS”i yani Kıbrıs’ın Yunanistan’a ihakını istiyorlardı.. EOKA teşkilatı bu amacı gerçekleştirmek için kuruldu. Ne  var ki Türk tarafının direnişine ve engeline takılınca amaçlarını gerçekleştiremediler!”

OLAY, geçen yılları her iki topluma da zehir zemberek hale getirirken, gerçekten bu kadar basit miydi?..

YARIN az biraz daha bu konuya devam edeceğim çünkü bir de  oluşturduğumuz “Kıbrıs Türk Devleti” vardır ama onu da henüz uluslararası siyaset sahnesine çıkarıp “işte biz” diyebileceğimiz kuvveden fiile sokamadık! Tutun ki güneye kışıladığımız Rum’un engelleri ile oluşturduğu siyasi lobilerin barikatlarını aşamadık.. Yani devlet olduk ama  henüz tekmili birdenliği ile olamadık!

Dahası sınırlarımızı aşıp biz Kıbrıs adasında Türk Devletiyiz diyebilecek siyasi gücümüzün sahibi olmadık ki Türk Devletleri Teşkilatı bile Türkiye’nin hatırına bizi örgütlerine “gözlemci üye” olarak kabul etmelerine karşın  bu konuda somut diyeceğimiz tek siyasi çıkışları yada beklediğimiz olumlu kararları  gerçekleşmedi..

KISACA henüz 1974 de başladığımız yerdeyiz ve asıl  “imkânsız” olanı  bundan sonra kendimizi bu adada Türk Devleti”olarak siyasi yönden tanıtabilmenin  çok daha zor   olacağıdır.  Çünkü böyle bir siyasi tasarrufun BM’lerden, İngiliz Uluslar Topluluğundan, AB’den, ABD’den hatta “NATO’dan geçmesi onaylanması gerekecektir..

Bunlara karşın ama “mucizelere” inanırım.