Her ne kadar Orta Doğu’da yıllar yılıdır köklü bir çözüm sağlanamadığı için sürekli patlak veren Filistin - İsrail kapışmalarına değineceksem de önce birkaç satırla da olsa  geçen haftaya bakalım. Kİ bizim gibi tahta tekerli kağnılar misali hantal bir toplum için sadece heyecan verici değil, yorucuydu da! Nitekim hâlâ gündemden düşmediğince şu Sosyal Sigortaların dolandırılması olayı gibi.                                                   

   Tabii ki kişisel görüşlerin değer yargılarında olaylara bakışlar “basit” yada “önemli” algılanmalar farklılıkları gösterirler ama “hukukun üstünlüğü”  ile çalışan “devlet” için asıl kaçınılmaz olan “adalet terazisinin” doğru çalıştırılmasıdır.

   BU nedenle “şeytana uyan”  (bazı) doktorlarımızla eczacılarımızın Sosyal Sigortaları  aldatıp kanunsuz ve   usulsüz yollardan parasal menfaat  temin etmelerine “hukukun üstünlüğünü” de gözeterek  göz yumulamazdı…

                                                                                         ***

   FAKAT: Gene de sormak gerekir: “Çalan” elbet suçludur da “çaldıran” çok mu masumdur?” Ve devlet kademesindeki bir dairenin böyle bir olayı fark etmemesi çok mu olağandır!

   BAKIN size yıllar önce başıma gelen bir olayı anlatayım: Bir gün daha yeni aldığım arabamı garaja sokmamış, kapının önünde bırakmışım ama bir süre sonra dışarı çıktığımda baktım arabam yok. Sağa sola koşuşturduktan sonra polise gittim durumu anlattım. Polis sordu: “Araban kilitli miydi?”  “Yok” dedim polise, “Yeniden geri döneceğimden gerek duymadımdı.”

Polis kulağıma eğildi “Bak” dedi, “Arabanın anahtarını üstünde bırakmak suçtur. Çalan kadar sen de suçlusun. Çünkü anahtarı üzerinde bırakarak hırsıza arabayı çalma fırsatı verdin…”

“YAPMA polis efendi” dedim. “Yani şimdi arabam çalınan ben, aynı zamanda çaldırdığım için suçlu muyum?” “Evet” dedi polis,  “bunu da  bilmek zorundaydın bilmemen de suçtur!..”

   Sonradan olayı kime anlattıysam arabamı çalan hırsıza değil, hiç anahtar isvicin üzerinde bırakılır mı diye beni suçladılardı da sonunda o kadar bunaldımdı ki “Yahu!” diyordum “Bu hırsızın hiç mi suçu yok!”  

                                                                                         ***

   DEVLETTEN, SOSYAL SİGORTALAR KURUMUNUN yetkili görevlilerinden söz edeceğim.

   Sistemin nasıl çalıştığını bilmiyorum. Fakat devletin Sosyal Sigortalarının göz göre göre bu kadar kolaylıkla dolandırılması çalınması mümkün olmamalıydı!”

   Ki yine döndük geldik şu “denetim” olayına. Biliyorsunuz, öteden beridir  “denetimsizlik” KKTC’nin derdi davasıdır. Tek bir misali ile yetineyim:                                                                                                        

   MESELA devlet  gerçekleştiremediği denetimleri nedeniyle hem hazinesini büyük zararlara sokmaktadır hem de hâlâ  devam ettiğince mesela denetimsizliğin bir sonucu  olan çarşı pazarlardaki “denetimsizlikleri” nedeniyle yaratılan pahalılıktan dolayı  yurttaşlarını mağdur ediyor!..

   DİYESİM ŞUDUR: Küçük bir ülkeyiz. Bir süre öncesine kadar nüfusumuzdan söz ederken “bir avuçluk toplumuz” derdik kendimize. Şimdi  (ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum) 400 bini aştık falan deniyor… Fakat sürekli artan bu nüfusa karşın  mevcut  “denetim mekanizmaları” ile  “kanunlar” hem yeterli değiller hem de yeterince  çalıştırılmadıkları için etkin ve yetkin olamıyorlar!. .

    SÖZÜN kısası “yöneticileri” denetlesin diye “ombudsman müessesi” bile oluşturduk ama gene de “caydırıcılığı” sağlamak mümkün olmadı. Olmadığı için de işte yaşamakta olduğumuz yüz kızartıcı olaylar…

***

   VE GEÇEN HAFTA KKTC’nin ADINA TAKTIK:  

   Aslında “KKTC”nin dillere, akıllara, yüreklere kazınan ve bir kutsal bağımsızlık, egemenlik  mücadelesini simgeleyen “tarihi adının”  değiştirilmesine hiç gerek yoktur.

    TABİ sorunun ne  olduğunu bilmiyorum. “KKTC” söyleminde hangi kelimenin ve neden falsolu olabileceğini de bilmiyorum. Belki “Kuzey” kelimesidir de bugün dünyada pek çok ülke “kuzey-güney” olarak ifade edilirler.   

   Mesela “Kuzey - Güney Kore...” Bir ara Doğu - Batı Almanya vardı, hâlâ var..  Yahut Kuzey - Güney Vietnam.. Kuzey - Güney Amerika…

   Eğer sorun “bölgelerin coğrafi konumları” değilse o zaman Ada’da “iki ayrı devlet” vurgusuna da gerek kalmadan “Kıbrıs Türk Devleti” demek yetecektir de… Güney’deki Rum devleti hâlâ 1963 ahkâmlarından kalma “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” temsil etmektedir ki Kuzey’deki Türk devletini “Kıbrıs Türk Devleti” olarak karşısına hangi siyasetlerde çıkaracağız?

   YA DA “Kıbrıs Türk devleti” dedikten sonra “Rum’un devletine” ne diyeceğiz? 

   HER neyse! Karagöz de sahneye girerken elindeki tefine vurur  “Yar bana bir eğlence medet” derdi. Bize de bu adada şenlik gerek… Bugün adı ile uğraştığımız kuzeydeki devletin bakarsınız yarın “bağımsız ve egemen Kıbrıs Türk Devleti” oluşumundaki siyasi yapılaşması ile de uğraşırız, dünya siyasi ittifakları içindeki işlevsel yeri ile de…

                                                                          ***

   VE KISACA TAKILDIĞIM: Kuşkusuz geçen haftanın sonunda  patlayan asıl dünyasal sorun “Filistin’in   İsrail’den aldığı  intikamına” yönelik olanıdır. Yahudi’ye karşı başlattığı saldırıları tam bir sürpriz olduydu.   (Tabii savaş devam ediyor beklenen “son” nasıl olur bilemeyiz ama) herhalde Ortadoğu’da bir kez daha yeni güçler dengesi oluşurken haritada da bazı değişiklikler olacak gibi gözüküyor..)  

   Filistinliler vakti zamanında 1947’de topraklarını Yahudilere kaptırdıklarında o yıllarda başlık parasına Kıbrıs’tan kız alıp Hayfa yada Yafa’ya götüren zengin Filistinliler aileleriyle birlikte kitleler halinde yeniden Kıbrıs’a döndülerdi. (Burada bir “not” düşeyim: Filistinliler köken olarak Arap değiller.)  

   NATİKA halamla evli olan Suphi eniştem de çocukları ve  diğer üç dört Kıbrıslı aile ile birlikte (ikamet yerleri olan hemen karşımızdaki Filistin sahilindeki Hayfa ve Yafa’dan Mağusa’ya geldilerdi..                                 

   YANİ  o yıllardan beridir “Filistin  davasına”  mesela “bir Filistinli göçmen ailesi olan  halam, Suphi eniştem, sonraları “yeğenleri” olduğum çocukları ile birlikte hatta ilk zamanlar ayni evde birlikte yaşarken aşina oldumdu… (Bu konuda geçmişte hatta yakın zamanlarda da “köşe yazılarımda” yeri geldikçe yorumlar yapanlardan biriyim.

   YARINKİ yazımda da Filistinlilerle aynı zamanda kan bağlarımızın olduğuna temas edeceğim ama bu son arbedeyi çok da iyi anladığımı söyleyemem çünkü “şöyle İsrail böyle İsrail, Amerika’nın beslemesi derken Filistinlilerin gerçekleştirdiği saldırıları karşısında hiçbir varlık gösterememesi sürpriz oldu .(Yarın devam ederim.)