Bayram durağanlığından sonra uykudadırlar sandığımız sorunlar da uyandılar.
Yazın girişi ile sadece bedenler ısınmıyor. Beyinler de daha hızlı çalışmaya başlıyor ki işte “akıllı insan” dediğimiz mahlûkatın ötesi tüm cemadata (canlı varlıklara) attığı o büyük farkı da burada ortaya çıkar ve akıllar başlara düşerken sorar:
“Vre ama ne olacak bizim şu varoşa?”
Ki olanlar oluyor ve Rum tarafı bir kez daha inadının inadına yenik düşerek kırk yıldır kapalı duran Maraş’a, “nasılsa bizimdir Türkler orayı açmaya cesaret edemezler” düşüncesinde tam “sıfır” notluk bir yanlışa düşüyor.
ÇÜNKÜ Maraş’ın bir mahallesi sadece ziyaretlere açılmakla kalmıyor şimdilerde de yavaştan yavaştan sahilindeki o devasa ve turistik otellerinin açılarak devreye sokulması gibilerinden faaliyetler başlıyor.
***
ANCAK: Bizim taraftan bakıldığında “Maraş’a sahiplik koymak” gibilerinden bir siyasi imaj yaratılsa da tutun ki Maraş hâlâ bizim değildir ve hâlâ nihai çözümde masaya öncelikle yatırılacak sorunların en önemlilerindendir. Ki söz konusu o Demokratia caddesi ziyarete açılmadan önce de bizim değildi. Çevresi uzanıp içine tükürmenin bile yasak olduğu dikenli tellerle çevriliydi.
ŞİMDİ “açtık” denilen bölgesi de gençlik yıllarımızda sinemalarına gittiğimiz, “Develimanı” dediğimiz deniz sahiline paralel upuzun yolunda “beribado” yaptığımız “mahallidir”.
TUTUN ki Maraş’ın açılan yeri hâlâ devenin kuyruğu kadardır. Bunlara karşın ama derdi davası yarım asırdır bitmedi hâlâ devam etmektedir. Üzerine yönelik tek siyasi beklenti “bir gün nihai çözümde hâlâ siyasi koz olarak kullanılmak için elde tutulduğudur” Yani biz öyle biliyoruz.
***
İŞTE bu Maraş üzerine şimdilerde birtakım gelişmeler tasavvurlar olmaktadır. Bizim kuşak için hiç de yabancı olmadığımız sahilindeki bir otelin Türklere satıldığı gibilerinden henüz kesinlik kazanılmayan haberler uçuruluyor.
Eğer bu satış “vardır” dediğimiz kayıtlı tapusuna uygun prosedürler içinde gerçekleşir ve esas mal sahibi olan Rum veya şirketlerle anlaşmaya varılarak gerçekleşirse artık Rum tarafı bilmelidir ki nihai çözümde kendisi için masaya konacak ne bir Maraş sorunu kalacaktır ne de kozu. Ne de kırk yıllık “sahiplik hayali!..” Nitekim:
BEN bu satırları yazarken bir yandan da “yoksa” diyorum kendime: “Sittin senedir sağlanamayan çözüm, taraflar arasındaki bu bireysel ilişki ve Türk Rum malları üzerine başlatılan pazarlıklarla kendiliğinden mi sağlanacaktır?”
Sonucu görmek için bir süre daha bekleyeceğiz ama.
***
KISACA TAKILDIĞIM: (HÂLÂ ARZU EDİLEN HAYAL EDİLEN DEVLET OLAMADIK… oysa:
Bu KKTC dediğiniz diyarda Avrupa Amerika üniversitelerinden mezun olmuş pek çok aydın ve görgülü insanlarımız gençlerimiz vardır.
EKONOMİSTLERİMİZ vardır: Ki getirin TC’deki ekonomik sorunların çözümüne ilişkin birimlerin başına akıl da versinler sorunları çözsünler de!
BU ülkede nüfusun azlığına karşın her gün yazılı ve internet üzerinden onlarca gazete yayımlanmaktadır ki bu da memleket insanlarının ne kadar aydınlık ve çağdaş olduklarının ispatını çakmaktadır.
BU ülkede eskiden ortaokulu, liseyi bitiren gençlerimizle övünürken, artık üniversiteyi bitirmeyeni kalmamıştır! Üstelik memleket “üniversiteler cennetidir!”
BU ülkede TC’deki üçüncü ülkelerdeki yüksek okullardan en iyi derecelerle mezun olan “müdürler, müfettişler, müşavirler… Artı, seçimle iş başına gelmiş vekiller bakanlar da vardır. Ki değil KKTC gibi köy esamisindeki bir ülkenin sosyoekonomik durum vaziyetlerini hale yola sokmayı, koca koca ülkeleri dizayn edecek kadar kabiliyetleriyle vardırlar.
***
Eee! Ülkenin hayvancılık sektöründen başlayarak sonuçta kasabın çengeline “et” olarak takılan fakat adına “sorun” denilen sorunu neden çözemiyoruz?
ONCA bilirkişiye, okumuş yazmış akıl hocası insanlarımıza karşın neden bu ülkede “hayvan popülasyonu ile et üretimi” konusunda çaresiz kalmaktayız? Ki bu konudaki etle ilgili son haber; “uğruna toplumca ayağa dikilmiş, kavga ettiğimizdir!”
Kİ BİR yanda artık kasabın çengelinde asılı etin satın alınamayacak kadar yukarılara fırlamış pahası vardır, öte yandan “hayvancın hâlâ mağdur durumdan kurtulamaması.
VE hâlâ etin artık satın alınamayacak kadar pahalanması! (Ki aslında KKTC dünyanın en pahalı ülkelerinden biri durumuna getirilmiştir. Bu bir faciadır! Onca okumuş yazmış uzmanlaşmış insanlarına ihanettir, yüzlerine tükürmektir. Çünkü KKTC sahip olduğu böylesi elit insan potansiyeli ile bırakın Güney’i, dünyanın pek çok ülkesini her yönden aşıp geçmesi gereken bir konumda olmalıydı. Ne gibi?
***
“İSRAİL gibi” mesela. Filistin’e yeniden geri döndüğünde her şeyden önce nasıl kalkınacağını, vatan dediği topraklarına nasıl tutunacağının sosyoekonomik sistemlerini saptadıydı. Yani Moşav’lar Kibuts’lar rastlantı değildi. Susuz çölü narenciye bahçeleri ile yeşertmekle de kalmadı. Dünyaya nasıl yetiştirilmesi nasıl pazarlanması gerektiğinin derslerini de verdi hâlâ vermekte. Ya biz?
ELLİ yıldır hâlâ Türkiye’nin parasal katkılarını bekleyen bir muhtacı dide olmaktan kurtulamadık.
Bu halimizle KKTC siyasi rüştünü nasıl ispat etsin? “Ben oldum” demekle devlet olunmaz ki.
